Kötülüğün bir sınırı olmalı

Efnan Atmaca  – Palu Ailesi’ni hatırlıyor musunuz?, diye sormayacağım. Unutmak ne mümkün! Cehaletin, hurafelerin, kör inanışın, kaypaklığın aklınıza gelebilecek kötülüğü tanımlayan tüm sıfatların bir araya gelip insanları, masumiyeti, umudu yok edişiydi… Suçluların aldığı ceza içimizi ne kadar soğutur daha da önemlisi aynı şeylerin yaşanmasına nasıl engel olur muamma. Yazar Cem Kalender, “Çürüme” adlı kitabında Palu Ailesi’nden yola çıkarak bir hikâye anlatıyor. Ailenin adı farklı ama yaşananlar benzer. Ongun Ailesi’nin içgüvey damadı Sıddık’ın sınır tanımayan kötülüğü var romanda. Ona engel olmak isteyenler de yok değil ama… “Ama”sını Cem Kalender’e sorduk.  

Neden Palu Ailesi’nden yola çıkarak bir roman yazmak istediniz? 

İnsanı ürperten korkunç bir hikâyeydi bu. Bir insanın ya da bir grubun, ya da bir zümrenin ya da bir topluluğun kötülükte ne kadar ileri gidebileceğini gösteren bir barbarlık hikâyesi. Ama son tahlilde insana ait bir hikâye. Bu hikâyeleri birilerinin edebi nitelikte kayıt altına alması gerekiyor, diye düşündüm. 

İlk günlerde herkesin dilindeydi bu olay. Şimdi ise unutuldu gitti belki de. Bu hafıza zayıflığı mı aslında aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamamıza yol açıyor?  

Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamak insanın trajedisi olmaktan çıkalı çok oldu, artık komediye evrildi. Bunu insanoğlu bilerek yaptı tabii, işine böyle geldi. 

Unutmayı, eskilerin deyişiyle nisyanı sanıldığı gibi bir kusur, bir zaaf olarak görmüyor insan, bilakis bir tedavi, bir arınma yöntemi olarak görüyor. Adorno “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarcadır” demişti ama o günden günümüze ne değişti? Yapısal olarak hiçbir şey. İnsan kötülükleri hemen unutuyor ya da unutmaya çalışıyor. Çünkü o yükü taşıyamayacağını biliyor. Eğer unutma yeteneği olmasaydı insan yaşama kabiliyetini kaybedebilirdi. Bu evrimsel bir hikâye aslında, insan hayatta kalma süresini uzatmak için bu şekilde evrimleştirmiş kendini. Palu hikâyesi de onlardan biri. Yaşandı ve unutuldu. 

Eskiden duyduğumuzda hepimizi dehşete düşüren bu tarz hikâyeler şimdi özellikle TV’lerin gündüz kuşağında her gün yayınlana yayınlana sıradan gelmeye başladı. ‘İstismar’ın görünür kılınması ibret mi veriyor yoksa normal kabul edilmesine mi yol açıyor?  

İnsan tecrübe kazanır ama bilindiği manada ibret almaz. Kendi pragmatizminde yontar yaşananları. Bu da kötülüğü sıradan hâle getirir. Oysa iyilik olgusunun sıradan olması gerekiyor değil mi? Ama hayır insan kötülüğü sıradanlaştırıyor ki yarattığı konfor alanının dışına çıkmaya gerek kalmasın. Bu tür olayları hep gördük ve maalesef görmeye devam edeceğiz. 

Kitapta cehalet, eğitimsizlik ve çıkar mücadelesinin ekseninde güçsüzlerin ezildiği sapkın bir ortama şahitlik ediyoruz. Akla şu soru geliyor. Cehalet mi fakirliği doğuruyor yoksa fakirlik mi cehaleti? 

İnsan insanın kurdudur. Bu sözü şöyle deforme edebiliriz; “İnsan kendi sınıfının kurdudur.” Üst sınıfın kurguladığı oyunu alt sınıflar muazzam, kusursuz oynuyor. Hatta o kadar istekli ve iştahlı oynuyorlar ki oyunu kurgulayanlar bile buna şaşırıyor. Cahillikle yoksulluk farklı şeyler değil ki birbirini doğursun, aynı şey; beslendiği kaynak ise kendi bedenleri. 

Toplum çürümüşlüğü kabul etmeli

Kitapta hem toplumsal hem de tek tek bireysel çürümelerden söz ediyorsunuz. Aslına bakarsanız herkes bir anlamda kurban ama çocuklar dışında hepsi o çürümeye gönüllü olarak gidiyorlar. Bu topyekun çürümeyi durdurma şansımız var mı sizce?

Öncelikle toplum bunun farkında olmalı, çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı kabul etmeli ama toplum kendi doğruluğundan çok emin, bunun için bir tedavi yöntemi uygulama şansı olmuyor. Toplum kendi sınıfına düşman, “Parazit” filminde olduğu gibi birbirlerine karşı acımasız bir savaş veriyor. “Niteliksiz Adam”ın giriş cümlesiyle soruyu cevaplayabiliriz: “Ki ilginç ama, buradan bir sonuç çıkmayacak.”

Elbette önce kaynağını bulmak lazım. Siz kaynaklardan birinin sofuca günahkârlık olduğunu söylüyorsunuz. Peki ya yancıları neler?
Hepimiz… Ortada bir günah var, büyük bir günah, bir suç var büyük bir suç; bunun faili tek başına Sıddık ve efsunladığı kişiler olamaz. Birey, yani Sıddık toplumu çürütürken toplum buna bir refleks göstermiyor sonra o kurt bütün toplumu çürütüyor. Sonra bunun korkunç faturası önümüze gelince ne oldu bize diyoruz, hangi ara bu kadar kötü olduk? Suçu kimse üstüne almıyor suç sahipsiz kalıyor ve sahipsiz kalan o suç başka bir zaman başka bir yerde patlıyor ve yeni bir şeymiş gibi yine şaşırıyoruz. Aynı şeyleri yaşayıp aynı şekilde tepki gösteriyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir